Uyku I - Kendi kendine uyuyamayan Bilge

27 Eylül 2009 Pazar

Bir süre uyku meseleleri ile ilgili yazacağım, çünkü 4. ayımız tamami ile uyku sorunuyla uğraşmakla geçti, uzunca bir süre de geçeceğe benziyor.

Bilge'nin uyku ile ilgili bir kaç problemi var, bazıları Türkiye'de problem olarak görülmese de. Bunlardan birincisi kendi kendine uyuma-uyuyamama hadisesi. İkincisi kısa gündüz uykuları. Üçüncüsü sık gece kalkmaları. Dördüncüsü uykuyla kavga etme. Önce ilk önceliğimiz olan kendi kendine uyuma meselesi ile başlayayım dedim.

Memlekette kendi kendine uyuyan bebeklere mucize gözüyle bakılıyor, biliyorsunuz. Bu tip mucizeler haricinde bebekler "sallanır", "kucakta gezdirilir", "beşiğe konur", "emzirerek uyutulur" vb.

Bilge 8. haftaya kadar emerek uyudu, zaten tek yaptığı iş de buydu. Karın doyurmak, kakasını yapmak, gazını çıkarmak, kendini rahatlatmak ve uyumak için emmek. Bu esnada ben de kendimi montofon gibi hissediyordum çünkü 7/24 yapışık geziyorduk.

8. haftada, en azından gündüz uykuları için başka bir çözüm aradım, çünkü işe başlayacaktım ve bakıcının Bilge'yi emzirmek gibi bir şansı olmayacaktı. Bu dönemde gündüzleri Bilge'yi ayağımda sallamaya başladım. Başlangıçta iyi bir yöntem gibi gelmişti, elini kolunu oynatmasın diye bir tülbentle sarmalıyor, ayakta salayarak uyutuyor, o uyanana kadar da TV seyredip internette geziyordum. Ayağımdan ek bırakamıyordum, çünkü bıraktığımda uyanıyordu.

12.haftada bakıcımız gelip de benim ayaklarımda bebek salladığımı görünce, "İsterseniz kendi kendine uyumayı öğretelim" dedi. Şahane!

Nasıl yapacağız? Kendi haline bırakacağız, biraz ağlayacak, sonra uyuyacak. Bir iki gün içerisinde de kendi kendine uyumayı öğrenecek. Tamam, biraz ağlayabilir, problem yoktu.

Ancak Bilge biraz ağlayacak bir çocuk değilmiş. İki günümüz kabus gibi geçti. Öylesine ağladı, bağırdı ki, tamam dedim. Bu iş böyle olmayacak. Kendimi Google'a adadım.

Ağlatarak uyutma yöntemi, aslında Ferberizasyon olarak da bilinen, ve birçok bebek-uyku kitabında kesin çözüm gibi sunulan bir yöntem. Ağlamaya bırakma (CIO-Cry it out) ya da kontrollü ağlatma (CC-Controlled crying) gibi iki varyasyonu var. Ağlamaya bırakma en haşin olanı, bırakıyorsunuz ağlıyor. Doğuda bizim kadınlar çok çocuk yaptıklarından ve hepsiyle de ilgilenecek zamanları olmadığından, ağlaya ağaya bir köşede sızıp uyuyorlar, oralarda buna "sefil uyku" da deniyormuş.

Kontrollü ağlatmada ise bebek ağlamaya başladıktan 5 dakika sonra gidip sözle sakinleştiriyorsunuz. Kucağa almak, dokunmak yok. Sonra 10 dakika sonra. Bir dahakine 15 dakika sonra gidiyorsunuz. Uyuyana kadar. Ertesi gün ilk gidişi 10. dakikada, 3. gün 15. dakikada yapıyorsunuz. İşe yarayanlar için deniliyor ki, bütün süreç 3-4 gün sürüyormuş, 4. gün bebek kendi kendine uyuyormuş. Bazı bebeklerin toplam ağlaması 1 saat kadar sürüyormuş. İşe yarayanlar adına sevindim, ama bizim durumumuz oldukça farklıydı.

Bir kere bizim 4. güne kadar bekleme gibi bir durumumuz olmadı, çünkü Bilge ağlamıyor, çığlık atıyor, öylesine kızıyor ki nefesi kesiliyor. Ferberi bir kenara bırakıp başka yöntemler aramaya başladım. Bu sefer karşıma Tracy Hogg ve onun metodları çıktı. Burada iki yöntem var birincisi şşş-pat, ikincisi yatır/kaldır metodu. Hogg sistemine EASY vasıtası ile biraz aşina idim, bir koşu gittim kitabı aldım geldim.

Hogg sisteminde bebeklerin belli bir rutine bağlı tutulmaları esas. Bu rutin, yemek, oyun ve uyku ile ilgili. Bebekler her gün aynı saatte kalkıyor, aynı saatlerde yemek yiyor, oyun oynuyor ve uyuyorlar. İç sistemleri buna göre düzenlenen bebekler, daha mutlu olurlar mı bilinmez ama (Tracy'e göre bebekler rutini seviyorlarmış), en azından ne zaman ne için ağladıklarını bilmek daha kolay oluyor.

Ben kitabı aldığımda Bilge 3.5 saatlik bir rutindeydi (3.5 saate bir besleniyordu yani). Sonra kendi kendine bir gün yeme aralığını 4 saate çıkarınca (16. hafta başında) ben de 4 saatlik rutine geçtim. Tracy'ye göre 4 aylık bebeklerin 4 saatlik rutine geçmeleri gerekiyor, yoksa ciddi uyku problemleri baş gösteriyor. E bizim zaten sürüyle var, bir yerinden tutalım dedik.

Bu problemlerin hangisiyle başlayacaktım, bir kaç günüm bunu çözmekle geçti. Sonunda en temel meselenin kendi kendine uyku olduğuna karar verdim, eğer bunu başarabilirsek rutini oturtmak daha kolay olacaktı, çünkü Bilge'nin uykuya dalma süresini tahmin edebilecektim. Kitaptaki yöntemolan yatır/kaldırla işe başladım. Olayın özü şu, bebeği yatağına koyuyorsunuz, ağlıyor, kucağa alıp sakinleştiriyorsunuz, sakinleştği an tekrar koyuyorsunuz, tekrar ağlıyor. Alıyosunuz ve bu böyle sürüp gidiyor. Neyse efendim, işte ilk gün bunu belki 150 kez yapıyorsunuz, ikinci gün 50'ye düşüyor, 3. gün 5-10'a. Sonra 4. gün koyunca uyuyormuş.

(Aç parantez, bu 3-4 gün olayı şu ki, bebeklerin hafızası 3 günmüş, aynı şeyi 3 gün boyunca yapına eski alışkanlıkları unutuyorlarmış, sistemi resetliyorlar yani).

15. haftayı dolduracağımız Cumartesi gecesi "Ya bismillah" dedim. 1 saat sürdü. Gece kalkmalarında yapmadım. Pazar sabahı ilk uyku için çok mızmızdı, vazgeçtim denemekten, beşiğe koydum. Sonra öğle uykusunda hadi bir kez daha dedim, hakikaten 20 dakika falan sürdü.

O esnada bu Tracy'nin sistemi olan "Baby Whisperer" sitesi ile karşılaştım. Onlara bu yaptığımı anlattım, 4 aydan küçük bebeklere Yatır/Kaldır ağır gelir, şş-pat yap dediler. O da ne ki be?

Şşş-pat şu, önce kendinize bir uyku rutini belirliyorsunuz. Mesela gece uykusu için banyo, beslenme, pijama giyme, kitap okuma, gündüz uykusu için perdeleri çekme, bebekle 2 dakika gezme, ninni söyleme gibi. Her uykudan önce rutini aynı şekilde uyguluyorsunuz. Sonra bebeği yatağına koyuyorsunuz ve ağlıyor (Ağlamama gibi bir durum yok yani). Bu esnada bebeğe yüksek sesle şşş deyip, sırtına elinizle ritmik bir şekilde vuruyorsunuz. 4 aydan küçük bebekler aynı anda 3 şeye birden konsantre olamadıklarından, ağlamayı kesiyor ve uyuyorlar.

Başladık. Valla ilk 5 gün süper gitti diyebilirim. Ben Bilge'nin sırtına değil poposuna vurmayı tercih ediyordum, 5. günde Bilge'yi yastığa koyuyordum, ellerini tutup poposuna vurmaya başladığımda bir noktaya sabitlenip uyuyordu. 5 dakika bile sürmüyordu uyuması. "Allahım" dedim "mucize çözüm".

6. gün Bilge delirdi. Öğle uykularından önce odaya girdiğimizden itibaren çığlık atmaya başladı. İkinci haftamız neredeyse komple bu şekilde geçti. Bazen iş uzayınca tekrar kucağıma alıp sakinleştiriyor, tekrar koyup baştan başlıyordum. İşin komik tarafı, gece uyuma sırası geldiğinde 7 gece arka arkaya mızmız bile etmeyip yan dönmeye çalıştı ve sessizce uyudu. Anlamadığım bir şeyler oluyordu resmen.

Sonra öğrendim ki, biz bu uyku eğitimi esnasında "4.ay uyku gerilemesi" denilen birşeye çatmışız, onu bilahare yazacağım. Bu dönemde bebekler uykuyla savaşmaya başlıyorlarmış. Bizim savaşımız hala devam ediyor ne zaman geçecek bilemiyorum.

Şşş-pat kısa sürede sonuç veren bir yöntem değil. En az bir-iki ayı var. Ama deneyenler diyorlar ki, eğer tutarlı olunursa işe yarıyormuş. Bekleyip göreceğiz.

Ha bir de, Dr. Sears yöntemi var, o da "bebeği nasıl uyutabiliyorsanız öyle uyutun" yöntemi. Sears'a göre gün gelecek kendi kendilerine uyumayı öğrenecekler. O da güzel ama 7 yaşınd ayakta sallanan çocuk hikayeleri duydukça, pek de yanaşamıyorum.

Şimdilik şşş-patla gidiyoruz, gelişmeleri ya da gelişememeleri bildiririz.

40 dakikalık Bilge saati

5 Eylül 2009 Cumartesi

Bugün itibari ile resmen 3 aylık olduk, Bilge'nin 90. günü.

Fazla yazamadım ama 3. ayımız bayağı hareketli geçti. En büyük değişiklik bakıcımız Aslı ablanın işe başlaması. Birlikte geçireceğimiz 3 haftanın ilk iki haftası Bilge'nin düzensizliklerini düzene sokmaya çalışmakla geçiyor.

Ben hayatım boyunca düzene inandım. Her ne kadar insanlar bana bebeğin bir makine olmadığını söyleseler de, bebeklerin inanılmaz dakiklikte bir düzeni var. Bebek büyütmek ise onların bu dakikliğini anlamak, müdahale edebildiğiniz yerde müdahale etmek, eğer edilemiyorsa da sizin bu düzene alışmanızı gerekiyor.

Bilge'nin gece uykulrında pek bir problem yok, 2 kere falan emmeye kalkmak suretiyle 10-11 saat kadar uyuyor. Ancak kendisinin öğle uykuları yaklaşık 8. haftadan beri tam 40 dakikalık. Ama saniye şaşmayacak bir 40 dakika bu. Beni ilk başta deli eden bu dakiklik, konuyu araştırdıkça kabus olmaktan çıktı. 40 dakikalık uykularımızın nedeni, beslenme aralarını 3 saate açmamızdan kaynaklanıyor.

Bebeklerin 40'ar dakikalık uyuma periyodları var. Eğer karınları toksa, diğer 40 dakikaya geçiş yapıyorlar. Eğer diğer 40 dakikada beslenme saatleri gelecekse, bedenleri onları uyanık tutmaya çalışıyor. Evet bebekler ruhen makine değil ama vücutları aynen bir makine gibi işliyor, bunu öğrendiğimiz iyi oldu.

Bilge şu an tam 2 saat uyanık kalabiliyor. 40 dakika uyuyor. Yani toplam 2 saat 40 dakika. Eğer ikinci 40 dakikaya atlasa aç kalacağından, tam 40. dakikada gözlerini açıyor. Maalesef bu 40 dakikalık periyod ona yetmediği için de mutsuz olup, durmadan esniyor, huzursuz oluyor.

Geçen haftaya kadar bu huzursuzluk uyumaya geçme döneminde de devam ediyordu. Bunun nedeni de Bilge'yi sallayarak uyumaya alıştırmış olmam. Uykusu gelince "Hadi beni salla" mahiyetinde mırın kırın etmeye başlıyordu. Aslı ablamız sağolsun (kendisi Avrupa mentalitesiyle büyümüş özünde Ukraynalı bir insan), iki haftamız Bilge'yi sallayarak ya da emerken uyumasını engellemek ve bir başka yolla uyumaya alıştırmakla geçti. Bunu bilahare ayrı bir girdi olarak yazacağım. Ama şimdilik şunu söyleyeyim, uykumuz geldiğininde ortalığı yıkarcasına ağlama meselesini çözdük.

Şimdi tek meselemiz, 40 dakikalık periyodları uzatmak ki, bunun da yolu beslenme aralığını açmaktan geçiyor gibi görünüyor. Bizim memlekette böyle düzen işleri pek sallanmaz, saldımçayıra mevlam kayıra mantığı geçerlidir, ama ecnebi böyle değil tabii. Bebeğin uyuma, aktivite ve beslenme saatlerinin düzenenmesine yarıyan bir program var, EASY olarak anılıyor. E (eat) beslenme, A (activity) aktivite, S (sleep) uyku ve Y (you) siz'in baş harflerinden geliyor bu isim. Bebeğin düzenini buna göre ayarlıyorsunuz. Bradaki en kritik noktalar A bebeğin uyumadan ne kadar ayakta kalabildiği ve açlığa ne kadar tahammül edebildiği. Mesela 2 saat uyumadan durabilen bir bebeğiniz varsa 4-saatlik-EASY uygulayamazsınız (Çünkü her kestirme yaklaşık 1.5 saat sürmeli). Ama böyle bir durumda 3.5-saatlik-EASY'ye geçilebilir ki ben önümüzdeki haftalardan itibaren buna başlayacağım. Tabii sütüm Bilge'yi 3.5 saat kesmeyeceği için biraz ek besin desteğimiz olacak.

İnşallah çözeceğiz şu uyku sorununu.

Alışveriş merkezinde yaşayamayız yavrum

7 Ağustos 2009 Cuma

Daha önce de yazmıştım, Bilge alışveriş-merkezi-kolik oldu.

Gezmeyi sevmesini farketmemi takiben Bilge'yi her Allah'ın günü bir yere götürüyorum. Burada eve yakın Kipa ve Agora var, onlar olmazsa akşam 7'den sonra sokaklar bizi bekliyor. Bilge dışarı çıkınca, o ana dek mızmızlanıyor bile olsa, bir keyifleniyor ki sormayın gitsin. Gözler faltaşı gibi, etrafı izliyor. Geçen gün Paşabahçe'de koltuğunu biraz kaldırdım etrafı daha iyi görebilsin diye, bütün camlara gülücükler atıp durdu.

Alışveriş merkezleri bebeklerin keyifli zaman geçirmesini sağlarken, evde oturmaktan bunalan benim gibi post-lohusalara da bir kuple çare oluyor. Zira bu tip yerlerde bebeği emzirmek ve altını değiştirmek gibi faaliyetleri de yapabileceğiniz yerler var. Hiç birisi olmasa bile bir giyinme kabininde emzirme işini halledebilirsiniz ki, dün Bilge Boyner'de karnını doyurdu, TepeHome'da gazını çıkardı, Kipa'da yarım kalan uykusuna devam etti. Yazın bu sıcak günlerinde serin bir yer bulmuş olmasının da keyfine katkıda bulunduğunu sanırım söylememe gerek yok. Tek meselemiz, geri dönerken kızması ki, alışveriş merkezinde yaşayamayacağımızı zaman içinde öğrenecek garibim.

Ben ise, her ne kadar alışveriş yapmaktan hoşlanan bir insan değilsem de, alışveriş merkezlerinde Bilge'yle zaman öldürmenin tadını çıkarıyorum. Yoksa hep ev hep ev, delirir valla insan.

İki ayın ardından tarihe notlar

Bilge bugün iki aylık. Şu an ayaklarımda öğlen kestirmesini yapıyor. Bu vesile ile bazen iki asır gibi gelen bu iki ayın bir dökümünü yapayım istedim. Becerebildiklerimiz, beceremediklerimiz, öğrendiklerimizle iki ay.

Öncelikle itiraf.com: Annelik konusunda hiç bir fikrim yokmuş. Muhtemelen okuldu, üniversiteydi, kariyerdi derken çevremde hiç yeni bebek görmediğimden. Bana öyle geliyordu ki, emzireceğim, üç beş saat uyuyacak, ben o sırada işlerimi yapacağım, uyanınca altını temizleyeceğim, emzireceğim, bu böyle gidecek.

Daha ilk günden Bilge bize temizinden bir "o işler öyle değil müdür" hareketi çekti. Hastaneden eve geldiğimiz ilk gece öyle bir ağladı ki, elimiz ayağımız birbirine dolandı. Zaten normal doğumdan çıkmışım, yorgunum, niye ağlıyor bir türlü kestiremiyoruz. Emzirdim işe yaramadı, salladık işe yaramadı. Saat 4 sularında koltukta içim geçmişken, babamın kucağında sustuğunu hatırlıyorum hayal meyal. Babam Bilge’yi sarıp sarmalamıştı, görünen o ki Bilge 35 derece İzmir sıcağında üşüyordu, anne karnının sıcaklığını arıyordu. Üstelik ben bu filmi daha 10 ay önce Yiğit doğduğunda da görmüştüm. Çocuğu gecenin 11’inde niye ağlıyor diye hastaneye götürmek için sarmıştık, arabaya bindiğimde benim kucağımda uyumuştu da yolun yarısından eve dönmüştük.

Sonraki gecelerimiz nasıl geçti pek hatırlamıyorum. İlk bir iki hafta yarı uyur-yarı uyanık şekilde yatağının başındaki koltukta yattım. Sanırım saat başı ağlıyordu, durmadan emziriyordum. O günlere ait hatırladığım şeyler Tuğçe’lerin geldiği beşinci günde iyice bitap düşüp hüngür hüngür ağladığım, Cem’in bana zorla üstümü değiştirttiği, gün içerisinde koşturarak yemek yediğim, yaralar yüzünden gözümden yaş gelerek emzirdiğim falan.

O günden bugüne anladığım en önemli şey anneliğin ciddi bir mesai işi olduğu. Hele de emziriyorsanız. İlk aylar yapışık ikiz şeklinde tezahür ediyor, bunlara bir de çocuğun sıkıntıları eklenince annenin omuzlarındaki yük iyice katlanıyor. "Anneyim, çocuğum için her sıkıntıya katlanırım" demek çok güzel, ama annenin de dinlenmesi, yemek yemesi, hayatın minimal de olsa ihtiyaçlarını karşılaması, kısacası biraz mutlu olması lazım. Siz mutlu olacaksınız ki, çocuğunuza daha iyi bakabilesiniz.

Gelelim klasik bebek meselelerine, belki yeni anne babalara da bir faydamız dokunur:

Beslenme & Emzirme: İlk haftaların en temel problemi bu herhalde. "Sütüm yetiyor mu?", "Çocuk doyuyor mu?", "Ay süt mü azaldı?", "Sonsuza kadar hep böyle yapışık ikiz şeklinde mi yaşayacağız?" şeklinde tezahürleri var.

Annem ne kardeşimi, ne de beni emzirememiş. 15 günlükken benim ağlamam bitmeyince doktora gitmişler ve doktor anneme sütünün "musluk suyu" gibi olduğunu söyleyip mamaya yönlendirmiş. Hal böyle olunca, ben de biraz anneme çektiğimden, sütümün olmayacağına o kadar emindim ki hastane çantasına biberonu hazır ettim.

Neyse ki 15 günden uzun bir süre emzirerek annemin rekorunu kırdım. Süt konusuna Tuğçe’nin bakışı ise (ki kendisi Yiğit’i bir senedir emzirmektedir) herkesin sütünün çocuğuna yeteceğidir, yeter ki emzirmekten imtina edilmesin. Ben bu konuda onun tavsiyelerine uyup Bilge’yi dakika başı emzirdim. Sık sık emzirmek herkesin de hemfikir olduğu üzere sütü arttıran bir faaliyet. Özellikle ilk haftalarda durup dinlenmeden emzirmek bebek için yeterli sütün salgılanmasını sağlıyor. Fakaaaaat...

Her anne bebeğini 6 ay sadece sütle besleyebilir konusuna maalesef katılamıyorum. Bu durum averaj kiloda bebekler için geçerli olabilir, ama eğer bebeğiniz hızlı büyüyorsa beslenme ihtiyacı da ona göre artıyor ve ne yazık ki her kadının da üretebileceği bir süt miktarı var (Günde ortalama 800 cc. kadar). Normal bir bebeğe bu miktar 6 aylık olana kadar yeterken, eğer bebeğiniz 6 ay kilosuna 3-4 ayda ulaşmışsa bu sütün onu kesmeyeceği de aşikar. Biz Bilge’ye 45 günlükken gece 120 cc. mama takviyesine başladık, çünkü gecenin bu saatinde benden 120 cc. süt çıkması imkansızdı (Sağdım baktım). Üstelik bunu yapmadan önce de bir kaç hafta "sadece emzireyim süt artsın" düsturunu da uyguladık ama farkeden bir şey olmadı.

Doğumdan sonraki bir kaç hafta içinde birbirinize alışıyorsunuz ve bebeğin derdinin ne olduğunu yavaş yavaş çözmeye başlıyorsunuz. Yani bebek açlıktan mı huysuzlanıyor, yoksa gazı mı var biliyorsunuz. Eğer bebek açsa ve süt onu doyurmuyorsa anne sütü diye inat edip mutsuz bir bebek, mutsuz bir anne ve mutsuz bir baba tablosu oluşturmanın alemi yok. Bu benim düşüncem ve bu fikre bile aslında iki ayın sonunda alışmaya başladım. Çünkü öyle bir baskı var ki, sanki bebeğe mama takviyesi yapınca cinayet işliyorsunuz gibi aksettiriliyor. Oysa ki biz bu çocuğu mutlu bir birey olsun diye dünyaya getirdik. Tabii ki emzirme konusunda yeterli çabanın gösterilmediği ve hemen mamaya geçildiği durumların olduğunu biliyorum, doktorların bu hal yüzünden emzirme konusundaki tavrını da anlıyorum. Bebeğe biberon verince anne sütünü bırakma eğilimlerinin de farkındayım. Ama Bilge’nin o ekstra mamayı yedikten sonraki mutluluğunu, kooperasyonunu da biliyorum. O nedenle artık "gittiği yere kadar" fikrine daha çok alışmaya başladım, anne sütü gittiği yere kadar gider, emzirebildiğim kadar emziririm, memeyi bırakırsa sağıp biberonla veririm. Ama bu çocuğu "Hayır sadece anne sütü" ısrarıyla aç bırakmamaya karar verdik. Bilge’nin anne sütünün nimetlerinden faydalanmak kadar, açlıkla sınanmamaya da ihtiyacı var.

Uyku: Bütün anne-babaların –her zaman pek ifade etmek istemeseler de- en büyük sıkıntısı uyku. Geçmişteki hayatımızda olduğu gibi 10 saat deliksiz uyku beklentisi içinde değilsek de, insanoğlu arada sırada şöyle bir 6 saat falan olsun uyumak istiyor. Gelgelelim bebek milletinin böyle bir düzeni yok, mideleri küçük, acıkıyorlar, başka dertleri oluyor ve uykuya hasret günler-geceler başlıyor.

Bizim iki-üç haftalıkken geceleri bir uyku düzeni oturtma çabamız başladı, o ara Bilge gün içinde iki tane 2-3 saatlik uyku atıyordu. Akşam saat 8-9 gibi kalktıktan sonra uyutmamaya çalışıyorduk ki gece uyusun. Sanırım işe de yarıyodu, bir süre sonra gece kalkmaları iki-üçe indi. Her kalktığında saate bakıp kaç saat uyuduğunu, ve dolayısıyla benim de kaç saat uyuduğumu hesaplıyordum emzirirken (Hala da hesaplıyorum).

Annemden öğrendiğim en önemli iki şey var. Bunlardan birincisi "bir çocuğun karnı toksa ve başka bir sıkıntısı yoksa uyur", ikincisi de "Çocuk bakmanın metodu yoktur, her gün yeni bir yol bulacaksın" (Hannibal de böyle demişti sanırım ya bir yol bulacağız ya bir yol açacağız). Cem’den de öğrendiğim bir diğer şey "Bu da insan evladı Mel, nihayetinde uyuyacak". Bu noktada olay çoğunlukla gelip beslenme konusuyla birleşiyor. Çocuğunuz açsa doyurun. Süt yetmiyorsa ve buna gerçekten eminseniz, çözüm mamada olabilir. Bu herkesin hoşuna gitmiyor belki ama durum bu.

Bizim Bilge’yle zor günlerimizden biri 4. haftanın bitiminde geldi. Bilge sabah 8’de kalktı ve gece yarısına kadar uyumadı (aradaki 15 dakikalık kestirmeler hariç). Gece 1 gibi çığlık çığlığa ağlamaya devam edince, annemler ve Cem "mama verelim" dediler. 60 cc. mama hazırladım, önce 30 cc.sini içip biraz sakinleşti, yarım saat sonra tekrar kalktı, geri kalanını da içti, sonra da uyudu. Mama maceramız da böyle başladı. Bu konuda, bu olayın olmasından günler önce "Abi tamam anne sütü verin ama evinizde her zaman elinizin altında bir kutu mama bulunsun" tavsiyesinde bulunan Ömer Amca’mıza da teşekkürlerimizi gönderiyoruz, yoksa gecenin o saatinde Çeşme kerbelasında nereden mama bulurduk bilemiyorum.

Banyo bebekleri rahatlatıyor ve daha iyi uyumalarına yardımcı oluyor. Yarım kettle su işinizi görür, her gün yıkayın o cıvırları. Biz her gece 10 gibi Bilge’yi yıkıyoruz. Pek seviyor.

Uyumadan önce karnını doyurun ve gazını çıkarttığına emin olun. Nitekim yenilen hurmalar gecenin bir yarısında bağırsaklarımızı tırmalayabilir. Neyse bu gaz hadisesini aşağıda yazacağım zaten.

Gaz meseleleri: Bilge 20 günlükken Çeşme’ye gittik. 23. günün sabahı Bilge ağlama krizi ile uyandı. Annemle yalnızdık, ne yaptıysak susmadı. Acı içinde ağladı durdu. Meğer gaz sancısıymış. O güne kadar biz de "Ne güzel gazını alttan çıkarıyor çocuk" diye seviniyorduk. Ama sonradan öğrendim ki gaz meselesi zaten 3. haftadan sonra başlarmış. Bilge de standarda uymuş, üçüncü haftanın başında gaz sancılarına tutulmuştu.

Annem kendince bir şeyler yaptı, ovaladı, karnına havlu koyup ütüledi. Bu arada hemen Cem’e telefon ettik, akşama geleceklerin listesini verdik: Elma yağı, muskat, Metsil. Ertesi gün Bilge biraz daha iyiydi, sonrasında Metsil’le biraz toparladı. Tabii sabaha karşı ve gün içerisindeki ıkınma sıkılmaları bitmedi. Halen de devam ediyor.

Buradan çıkardığımız sonuç: Her zaman gaz vardır, sadece siz farkında olmayabilirsiniz. Bir gün gelir bebeğinizin midesinde patlar. O nedenle 3 haftadan küçük de olsa emzirdikten sonra gazını çıkarmaya çalışın. Bu konuda deneyimim olmadığı için atıp tutmak istemiyorum ama çok küçük bebekler gaz çıkarma konusunda çok başarılı olamayabiliyorlar. Bilge ciddi anlamda gaz çıkarmaya 7. haftada falan başladı, artık her emzirmeden sonra "gaaaark guuurk" nidaları eşliğinde gazımızı çıkarıyoruz. Öncesinde gaz çıkaracağız diye çocuğu haşat ediyorduk ama bir halt olmuyordu. Belki bebeğin de işbirliği gerekiyor bilemiyorum. Siz yine de çabalayın. Nasıl gaz çıkarılacağını bilmiyorsanız İnternet’te envayi çeşit video var. Tabii en nihayetinde kendi bebeğinizin gaz düğmesini kendiniz bulacaksınız, bu da ayrı bir mevzu.

Gazı üstten çıkarmak bebeği rahatlatıyor tabii ama hep biraz gaz kalıyor. Bunun da bebeği rahatsız etmemesi için ilaçlar, şuruplar, kocakarı yöntemleri falan var. Deneyin. "Hayır çocuğa hiçbir şey vermeyeceğiz" saplantısının kimseye bir faydası yok (Bkz: emzirme meselesinde yazdıklarım). Derdini anlatamayan bir bebeği mutlu etmeye çalışıyoruz burada nihayetinde.

Oyun: Bebek milletinin gözü 6. hafta gibi açılıyor (40 gün dedikleri de doğru yani), dışarıda koca bir dünya olduğunun farkına varmaya başlıyorlar. Bu ilgi her geçen gün katlanarak artıyor. Bu dönemden sonra bebekle daha çok oynamak, onunla konuşmak gerekiyor. Bu da işin eğlenceli kısmı işte.

Yani bizim iki ayda öğrendiklerimiz, bir hastalık olmadığı sürece bebeklerin dört derdinin olduğudur, yemek, gaz çıkarmak ve altına yapmak, uyumak ve de oyunculuk. Bununla birlikte bu dört mesele ile baş edebilmeyi öğrenmek, iki senelik deneyime eşdeğer.

İlk iki ayımız böyle geçti, darısı nice iki aylara efenim.

Seyahat ya Resulallah!

3 Ağustos 2009 Pazartesi

8. haftamızı doldurduk dün.

Geçtiğimiz hafta biraz dertli geçti. İlk üç gün Bilge kendini emmeye adadı. Çarşamba akşamüstü artık emmekten sütler bitince, tamam dedim Bilge, "gel kucağıma sokağa çıkıyoruz". Aldım bunu, mahallede 1.5 saat gezdim. Aaa, bizimkinden tık yok. Adam gezmek istiyormuş.

Sonraki günlerde de denedik, acaba gerçekten gezmek mi istiyor, yoksa o günlük bir şey miydi diye. Kipa'ya gittik, Agora'ya gittik, gözler faltaşı etrafı seyrediyor. Ne emmek ne bir şey, gezdirsen 3-4 saat gezecek, bana mısın demeyecek.

Bakalım bu hafta, emme-gaz çıkarma-kendi kendine yerde takılma-kucak isteme-gezme-emme-uyuma döngüsünü deneyeceğim. İşe yararsa, Bilge daha uzun periyodlarda daha istekli emen bir çocuk haline gelecek inşallah, benim de yüküm biraz hafifleyecek. Kimbilir belki 2 aydan sonra ilk kez yemek falan yaparım, belli mi olur.

Aslan sütü değil o, anne sütü

29 Temmuz 2009 Çarşamba

52. gün.

Yeşil kakamız azaldı, sarı ile dönüşümlü takılıyorlar bu ara. Emzirme blokajı da işe yaramış olabilir, ama bu yöntem de sütü azalttı. Geçen gece saat 9'da süt bitti misal, kızıp sinirlendi bizimkisi. 30 cc mama verdik, mest. Annesini 30 cc mamaya satan Bilge.

Mama demişken, biz artık geceleri yatmadan önce bir öğün mamaya başladık. Bazen sağılmış anne sütüne takviye olarak, bazen de bir tam porsiyon olarak. Çünkü bizimkisi emme meselesini bir beslenme değil de 7/24 süren bir keyif haline getirdi. Gündüz aralarda uyuduğu yarımşar saatlik uykular hariç sürekli memede kalmak istiyor. Emerken kendinden geçiyor, bir sarhoşluk hali ki sormayın gitsin. Arada sesleniyorum kendisine, "Evladım o aslan sütü değil anne sütü. İçeceksen adam gibi iç". Tabii ki beni kal'e aldığı yok.

Hal böyle olunca doyuyor mu doymuyor mu onu da bilemiyorum. Çişine kakasına büyümesine bakılırsa doyuyor. Ama bu saatler süren emzirme seansları ne kadar gidecek merak içindeyim. Uykum var, yorgunum, tuvalete gidecek, yemek yiyecek zamanı zor buluyorum. Hazreti internet diyor ki, neymiş efendim bebekler 2 aylıkken emzirme periyodlarını uzatırlarmış. Hadi len ordan. Adam büyüdükçe daha çok süt istiyor, daha uzun memede kalmak istiyor.

8 gün kaldı 2. aya. Ha gayret.

Hep gaz, tam gaz

24 Temmuz 2009 Cuma

47. gün. Gazımız tam gaz devam, yeşil kakamız da. Köpüğünü gözemleme fırsatı bulamadım henüz.

Emzirme blokajı yarım kaldı, sütü sağdım, gece iki kere biberonla verdik. Oburiks Bilge, her seferinde 100 cc sütü kana kana içti. Cem, "bu çocuk doymuyor galiba" dedi. E emerken oyun oynarsa, 3 dakika emip 7 dakika geyik yaparsa doymaz tabii.

Biberonla verme işi, atalarımız dedelerimiz ninelerimiz tarafından hiç tasvip edilmeyen bir yöntem. Çocuk biberona alışır, memeyi bırakır diye. 3 tane biberon aldım, biri Nuk marka cam, ama deliği büyüktü, ona şimdi Bilge'nin suyunu koyuyoruz. Öbürü Avent, henüz kullanmadım. Bir de Dr. Brown aldım, doğal akış biberonu. Bu biberon maceralarımızı onunla yaşıyoruz, mümkün olduğunca loş ışıkta ve uyku sersemiyken vermeye çalışıyorum, henüz emmeye karşı bir tepkisi yok Bilge'nin. Bakalım.

Önsüt/Arkasüt dengesizliği için, çocuğa verilmeyen göğsün sağılmasını tavsiye etmiyorlar, zira bu sağılan göğüste süt üretimini tetikliyor. Bir kaç gün, blokaja devam etmeyi düşünüyorum. Bu arada babamız bugün laktozlu mama getirecek, emzirmeden önce 20 cc kadar vereceğiz. Bağırsaklarda bozulan dengeyi tekrar sağlamaya çalışacağız.

Gaz için bugün bitkisel bir şurup olan Nurse Harvey'si brakıp tekrar Metsil'e döndük. Netekim babamız farmakolog, diğer farmakolog dostumuz Ömer amcası da dün gece telefonda, "Bırakın otu yaprağı böceği, adam gibi klinik testten geçmiş ilaç var, onu kullanın" dedi. Onlar da haklı. Sabah, Bilge'ye 8 damla Metsil verdim. Kardeşim duysa kafayı yer, ona doktoru günde toplam 6 damla demiş, Tuğçe onu bile vermedi, çocuk ilaç almasın diye. Naapalım biz ilaççı bir aileyiz, şansımızı deneyeceğiz.

Bütün umudum bu gaz sorununu hafifletmek. Bunu hafifletebilirsem Bilge'nin emme ihtiyacını da azaltırm, adam gibi emmesini sağlarım diye umuyorum. Yoksa bu 15 dakika em, 15 dakika uyu, sonra sancıyla uyan tekrar em kısır döngüsü "ille de anne sütü" maceramıza sekte vuracak gibi. Dün, bundan sonrası için hep sağıp biberonla vermeyi de düşündüm, gittiği yere kadar gitsin diye. Ama makine ile umduğum kadar süt çıkmıyor, bu yöntemle doğrudan mama takviyesine de başlamak gerekecek, üstelik çocuk emmediği için süt de azalacak. Bilge biraz daha büyük olsaydı, daha kolay verirdim bu kararı ama, henüz çok küçük.

Tabii, bu köpüklü yeşil kaka olayı kronikleşirse bu yöntem de ihtimal dahilinde olacak. Sadece bir kaç gün beklemek istiyorum daha.

Off, of.

Fotoğraf Albümü

Biz kimiz?

Bu blogda, bir blogun ruhuna uygun düşecek şekilde belli isimler geçiyor elbet. Biz biliyoruz da, siz sevgili okuyucuların, "O kimdi, ay bu kimdi?" diye kafası karışmasın isteriz. Bu vesile ile, bu blogda sık sık ismini zikrettiğimiz kişilikleri kısaca bir tanıyalım dilerseniz (TRT switchini açtım):

Melike: Bu ben oluyorum. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü mezunuyum. "Ne lan bu işletme" diyerek geri döndüğüm akademik hayatımı özel bir üniversitede öğretim üyesi olarak sürdürüyorum, alanım pazarlama. İzmir'de yaşıyoruz. "Ben olmuşum marka" düsturu ile hamileliğimden beri arayıp sormadığım Markagiller adında bir blogum daha var. Hakkımda ayrıntılı bilgi ise burada.

Cem: Babamız. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu, şu an bir devlet hastanesinde uzman farmakolog doktor olarak çalışıyor. Kocam diye demiyorum süper bir insan. Onun da ilaçlar üzerine yazıp çizdiği Farmafil adında bir blogu var.

Hüseyin Bilge: Oğlumuz. Küçük adam. Bücür Çavuş. Böyle de bir blogumuz var. Orada geyik yapıyoruz.

Tuğçe: Kızkardeşim, Bilge'nin büyük teyzesi. Boğaziçi Üniversitesi Uluslarası İlişkiler ve Siyaset Bilimi mezunu. İstanbul'da yaşıyor, okuduğu şeyle alakasız olarak bir bankada uzman (Ne uzmanı bilmiyorum valla). Pazar Arabası diye bir blogu var.

Merve: Kızkardeşim, Bilge'nin küçük teyzesi. İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda Tasarım bölümünde okuyor, İşletme ile çift anadal yapıyor. İleride bebek modası üzerine uzmanlaşacak, ilk denemelerini Bilge üzerinde yapıyor. Bir blogu var, neredeydi unuttum.

Erkan: Tuğçe'nin kocası, enişte, bacanak. Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği mezunu, işini yapıyor. Bir bankada IT Admin. Onun da bir blogu var ama sana bana yaramaz, unutmasın diye önemli bilgisayar kodlarını yazıyor oraya.

Yiğit: Tuğçe ile Erkan'ın azman oğlu. Bir yaşında, dünyanın en güzel yeğeni. Blogu yok anasını satayım, zaten bir yaşında çocuğun blog neyine.

Ömer Amca & Özlem Teyze: Aile dostlarımız, ikisi de doktor. Erdem adında kocaman adam olmuş bir oğulları var. Ömer farmakolog, o da Farmafil'de yazıyor.

Evet internet bağımlısıyız.

Yeşil köpüklü gövel kaka

23 Temmuz 2009 Perşembe

Bilge ilk mekonyumunu saldığından bu yana sarı sarı çil altın rengi kakamız vardı. Mutluyduk biz onunla.

İki gün önce kakamız yeşile çalmaya başladı, sonra da iyice yeşerdi. Bu esnada Bilge'nin gazı da Aygaz'ı kıskandıracak düzeye geldi, köpüklü köpüklü kakalar eşliğinde çağlamaya başladı. Panikledik, Çeşme'de çocuğu üşüttük diye kalktık cayır cayır yanan İzmir'e geldik.

Doktor babamız hemen internete koştu ve dedi ki, "Mel sende önsüt/arkasüt dengesizliği olabilir". Haydaaaa.

Bu önsüt/arkasüt dengesizliği denilen şey, fazla sütten oluyormuş. Ben 1.5 aydır sütüm az, sütüm yok diye delirip envayi çeşit yöntem denerken (ki bunları bilahare yazacağım), ne alaka şimdi? Neyse, 6. haftadan sonra süt miktarı artıyor biliyorsunuz. Anne sütü de iki bölümden oluşuyor, biri ön süt denilen ve ilk başta gelen sulu tatlı süt. Bu çocuğun susuzluğunu gideriyor ve iştahını açıyor. Ardından bir süre sonra arka süt denilen ve asıl kalorili, yağlı süt geliyor. Doyma hissini ve büyümeyi sağlayan da bu arka süt.

Önsüt/arkasüt dengesizliğinde vücut bebeğin ihtiyacından fazla süt üretmeye başlıyor ve bunun çoğunu ön sütten yana yapıyor. Bebek de daha fazla önsüt almış oluyor. Bu kadar sulu ve laktoz açısından zengin sütü içince ilk etapta doyduğunu sanıyor. Fekat, bu süt bağırsaklardan hızla geçiyor, kakayı yeşertiyor, bu esnada deli gibi gaz yapıyor. Yağlı kısmı içemeyen bebek, yarım saat sonra tekrar acıkıyor ve emmeye saldırıyor. Buna ek olarak gaz acısını da dindirmek için sürekli emmek istiyor, çünkü bildiği tek rahatlama yöntemi bu. Bu durum bir kısır döngüye giriyor, bebek emdikçe süt salgılaması artıyor, ancak doyma gerçekleşmiyor, öte yandan sürekli emmek gaz sorununu kronik hale getiriyor. Ayrıca bu durum annenin kendini montofon gibi hissetmesine ve hayattan nefret etmesine yol açıyor.

Aşağıdakileri gözlemliyorsanız sizde de bu dengesizlik olabilir:

* Yeşil köpüklü kaka
* Ciddi bir gaz sorunu (Bebeğin bacaklarını karnına çekerek kıvranmasından anlayabilirsiniz)
* Sık hıçkırık
* Sürekli emmek isteyen bir insan evladı
* Emerken fazlasıyla çlonk çlonk, gulp gulp sesleri gelmesi
* Emerken kızmak, sinir yapmak
* Huzursuz uykular

E peki ne yapacağız? Valla hazreti internetin dediği, emzirme blokajı. Yani bir o göğüs bir bu göğüs yerine, aynı göğüsten daha uzun periyodlarla emizmek (Mesela 6 saat boyuna birinden emzirip sonra öbürüne geçmek). Bu sayede bir hafta içerisinde vücuda "hop yavaş" mesajı verecekmişiz, o da salgılamayı dengeleyecekmiş. Ha bir de her emzirmeden sonra gaz çıkaracağız. Da uyuyor adam? Hem de günde 20 seans emiyor bu sıkıntı yüzünden, nasıl olacak o iş?

Saat 12 itibari ile başladım, işe yarayıp yaramayacağını göreceğiz. Yaramıyorsa ne yaparım artık bilemiyorum.

İşbu yazının yarısı emzirme esnasında yazılmıştır. Varın düşünün halimi.

Anne olmak

Zor işmiş hoca.

Hüseyin Bilge, 8 Haziran gecesi 0:56'da dünyaya gedi. Ebelerin saatine güvenmediğimden, TRT saatine ayarlanmış kendi saatimle doğumhaneye gittim oradan biliyorum. Kendisi bugün 46 günlük. Bu blog fikri ise gebelik döneminde oluştu ama paranoyak bir insan olduğumdan, nazar değer diye bugüne dek bekledim. Artık bu saatten sonra nazarları daha kolay savuşturum inancı ile günlükleri yazmaya başlıyoruz.

Gerek gebelik döneminde, gerekse 46 günlük annelik sürecinde öğrendiğim bir dolu şey oldu ki, buna obsesyona bağlı araştırmacı kişilik sendromu diyebiliriz. İnternetten okudum, tıp makalelerinden okudum, insanların deneyimlerinden dinledim, sonunda bilgi küpü olup çıktım. Ha bu kadar bilgi adamın canını da sıkıyor zaman zaman ama işte ben de böyle bir insanım. Bu kadar bilgiyi kamuyla paylaşmazsam çatlardım, bu bloğun amacı gayesi ereği budur.

Leylek günlükleri temelde leylekten önce (LÖ) ve leylekten sonra (LS) diye iki bölümden oluşuyor. Leylekten önceki kısım gebelik sürecinde yaşanabilecekleri, leylekten sonra da, doğum sonrası ve annelik dönemini içeriyor. Bugün itibari ile de başlıyoruz, vatana millete hayırlı olsun.